Home / Haberler / Soru: Gerçek Şefaatçilerden Şefaat dilemek Şirk Midir?

Soru: Gerçek Şefaatçilerden Şefaat dilemek Şirk Midir?

Soru: Gerçek Şefaatçilerden Şefaat dilemek Şirk Midir?

Bu soruyla ilgili açıklama yapılırken şöyle deniyor: Şefaat, tümüyle Allah’a mahsustur. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Şefaat, tümüyle Allah’ındır.” [1]

O hâlde Allah’tan başkasından şefaat dilemek, Allah’ın mutlak hakkını kulundan dilemek olur ki böyle bir dilek, gerçekte Allah’tan gayrisine ibadet etmek olup, ibadet boyutundaki tevhide ters düşer.

Cevap: Şüphesiz burada sözü edilen şirkten maksat, yüce Allah’ın zatı veya yaratıcılığı veya tedbiri hususundaki şirk değildir. Maksat, Allah’a ibadet ve tapınma hususundaki şirktir.

Açıktır ki, bu konunun açıklığa kavuşması, ibadet ve tapınmanın dakik bir tanımının yapılmasıyla mümkündür. Hepimizin bildiği gibi ibadet, tanımı bize bırakılan bir kavram değildir. Dolayısıyla, bir mahluk karşısında gösterilen her türlü huzuyu veya bir kuldan istenen her türlü dileği, ona ibadet etme olarak algılamamalıyız.

Örneğin Kur’ân-ı Kerim’in de açıkça belirttiği üzere, melekler Adem’e secde etmişlerdir:

“Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın. İblis’ten başka bütün melekler secde etmişlerdi.” [2]

Fakat bu secde, her ne kadar Allah’ın emriyle olmuş-sa da, mahiyet açısından Adem’e ibadet değildir. Aksi tak-dirde Allah bunu emretmezdi.

Veya Hz. Yakub’un oğulları ve hatta bizzat kendisi, de Hz. Yusuf’a secde etmişlerdir. [3]

Eğer böyle bir huzu Yusuf’a ibadet olsaydı, ne masumluk makamına sahip olan Yakup Peygamber bunu yapardı, ne de çocuklarının bunu yapmalarına rıza gösterirdi. Kaldı ki, secdeden daha büyük bir huzu örneği de yoktur.

Buna göre, birine karşı huzu göstermek ve birinden bir şey istemek ile birine ibadet etmek kavramlarını birbirinden ayırmak gerekir. İbadetin hakikati, insanın bir varlığı ilâh kabul edip ona tapınması veya bir varlığı mah-luk kabul etmekle beraber, âlemi idare etmek veya günahları bağışlamak gibi Allah’a özgü bazı işlerin ona bırakıldığını sanmaktır. Ama eğer biz, kendisini ilâh saymadığımız ve de Allah’a mahsus işlerin kendisine bırakıldığını düşünmediğimiz birisi karşısında huzu gösterip eğilirsek, böyle bir huzu ve eğilme, tıpkı meleklerin Ade-m’in önünde ve Yakub’un oğullarının Yusuf’un önünde eğilmeleri gibi, saygı göstermekten başka bir şey olmayacaktır.

Sorulan soruyla ilgili olarak da şunu söylemek gerekir: Şefaat hakkının gerçek şefaatçilere tefviz edildiğini (bırakıldığını) ve bunların hiçbir kayıt ve şart olmaksızın şefaat edebileceklerini ve günahları bağışlama sebebi olabileceklerini düşünecek olursak, böyle bir inanış şirke girer. Zira bu durumda Allah’ın işini, Allah’tan gayrisinden dilemiş oluruz. Ama eğer Allah’ın temiz kullarından bir grubun şefaat makamına malik olmaksızın belli bir çerçevede günahkârlar hakkında şefaat iznine sahip olduğunu, en önemli şartının da Allah’ın izni ve rızası olduğunu düşünecek olursak, şüphesiz Allah’ın salih bir kulundan böyle bir şefaati talep etmek, onu ilâh saymayı gerektirmediği gibi ilâhî işlerin ona tefviz edildiği anlamına da gelmez. Biz, Hz. Peygamber’in (s.a.a) hayatı döneminde, günahkârların mağfiret dilemek için Hz. Peygamber’in huzuruna geldiğini ve Hz. Peygamber’in onlara şirk isnadında bulunmadığını görmekteyiz. Nitekim İbn-i Mace, kendi Sünen’inde Hz. Peygamber’in şöyle bu-yurduğunu nakletmektedir:

“Acaba Rabbimin beni bu gece hangi iş hususunda özgür bıraktığını biliyor musunuz?” Biz (ashap) şöyle arz ettik: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” Peygamber şöyle buyurdu: “O, beni ümmetimin yarısının cennete girişi ile şefaati kabul hususunda serbest bıraktı. Ben de şefaati tercih ettim.” Biz şöyle arz ettik: “Ey Allah’ın Resulü! Allah’tan bizi şefaate lâyık kılmasını dile.” Peygamber şöyle buyurdu: “Şefaat, her Müslüman i-çindir.” [4]

Bu hadisten açıkça anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber’in ashabı da ondan şefaat dilemiş ve “Allah’tan bizi şefaate lâyık kılmasını dile.” diye arz etmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim de bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, kendilerine zulmettiklerinde, sa-na gelip Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah’ı tövbeleri kabul eden ve (kullarına) merhamette bulunan olarak bulurlardı. [5]

Başka bir yerde ise Yakub’un oğullarının şöyle dediğini nakletmektedir:

“Oğulları, ‘Ey Babamız! Günahlarımızın bağışlanmasını dile; şüphesiz biz suçlu idik.’ dediler.” [6]

Hz. Yakup da onlar için mağfiret dileyeceğini vadetti ve onları asla şirk ile itham etmedi:

“Yakup, ‘Rabbimden sizi bağışlamasını di-leyeceğim; şüphesiz o, bağışlayandır, merhamet edendir.’ dedi.” [7]

Kaynaklar
[1]- Zümer, 44
[2]- Sâd, 72-73
[3]- Yûsuf, 100
[4]- Sünen-i İbn-i Mace, c.2, Bab-u Zikr’iş-Şefae, s.586
[5]- Nisâ, 64
[6]- Yûsuf, 97
[7]- Yûsuf, 98

About خاکسار

Check Also

Irak Direnişi Lübnan’a Karşı Yapılacak Her Türlü Aptallığa Karşı Uyarıda Bulundu

Irak direnişi, Siyonistlerin Lübnan’a karşı aptalca bir şey yapması durumunda Amerika’nın tüm bölgedeki çıkarlarının Iraklı …

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *